Troubadour

Ortaçağ Avrupa’sında Gezgin Şarkıcılık Geleneği

Enis Gümüş

Avrupa’daki gezgin şarkıcı geleneğinin başlangıcı Haçlı Seferlerine ya da bir başka ifadeyle Doğu ile Batının çeşitli yollarla karşılaşmasına rastlar. 1070–1300 yılları arasında Avrupa’nın farklı bölgelerinde görülen bu geleneğin başlangıcını da bitişini de Oksitanya1’da (Güney Fransa) inceleyebiliriz.

Bu bölge kültürel, toplumsal, dilsel ve dinsel olarak kuzeyden farklı idi. Kuzeybatı İtalya ve Güneydoğu İspanya’ya daha yakın bir bölgeydi. Zaten Oksitan dilinin bugün hala kullanılan Katalan diliyle yakın akraba olduğu söylenebilir. Oksitan dilinde “trobaire” (trobar), Fransızcada “troubadour”, “trouvère”, İtalyancada “trovatore” olan kelimenin, Latincedeki “turbare” (oluşturmak, bulmak) kelimesinden geldiği söylenmekle birlikte, tarihsel bağlantılara bakıldığında “troubadour”un, Arapçadaki “trb” (şarkı söylemek, müzik yapmak) kökünden gelmiş olma olasılığı daha yüksek görünmektedir. Troubadour geleneğinin, halk şarkılarını, edebiyatı ve genel anlamda müziği etkilediğinden şüphe yok gididir. Zira bu insanların müziği, Avrupa’daki bir kısım halk ile kilise arasında yaşananların da bir aynası olmuş, toplumsal olaylara bağlı olarak gelişmiş ve sonlanmıştır.

İslam dünyasına düzenlenen ilk Haçlı Seferleriyle beraber, kültür etkileşiminin kaçınılmaz bir sonucu olarak ozanlık geleneği Avrupa’da da başladı. İlk troubadour’ların çoğu, işte bu seferlerden geri dönenler idi; fakat beklenenin aksine bu insanlar epik hikâyeler, kahramanlıkları anlatan destanlar değil, aşk şarkıları söylüyorlardı. Aslında bu “aşk” konusu Oksitanya’ya has bir şeydi. Geleneğin devam ettiği Kuzey Fransa’da, Almanya’da veya İngiltere’de yoğun olarak epik konuların kullanıldığı söylenebilir.

Troubadour’ların kullandıkları dil “Langue d’oc” (Oksitan dili) olarak adlandırılır. Bu adlandırma, bu bölgede “oui” (evet) kelimesi yerine, “oc” kelimesi kullanılmasından gelmektedir. Kuzeyde de “oeil” kullanıldığı için kuzey diline de “Langue d’oeil” denilirdi. Troubadour’lar, “Provensal” da denilen Oksitan dilinin, yöresel bir dil olmaktan çıkıp, gramer olarak da inceliklere sahip bir yapıya dönüşmesini sağlamışlardır. “Langue d’oc” Latin kökenli diller arasında kendi özniteliklerini kazanmış, kendi edebiyatını geliştirmiş ilk dil olmuş, dilsel anlamda Avrupa’nın Rönesans’ı denilebilecek bir gelişme yaşamıştır. Yarattıkları şiir türüne “trobar” deniliyordu ve müzikle eş önemdeydi. O yılların ünlü yazarları pek çok şeyi bu dilden ve edebiyattan aldılar. Boccacio, Dante, Petrarca, Cervantes ve niceleri Provensal şairlerden faydalandılar. Dante İlahi Komedya’da bu dili sıkça kullanmış, serkeş bir troubadour’u2 cehennemin en derin katlarından birine yerleştirmiştir.

Sosyal Statü

Aslında, gezgin şarkıcı karakteri, Avrupa’nın doğu kısımlarında bu dönemlerden önce değişik özelliklerle var olmuştur. Söz konusu öncül gezgin şarkıcılar, soytarılardan veya çalgıcılardan daha üst seviyede görülmelerine rağmen onlardan çok da uzak bir sosyal statüye sahip değillerdi. Batıda gelişim gösteren gezgin şarkıcı/şövalye tiplemesi ise daha yüksek bir sosyal statüye ulaşmış, artık bir dilenci gibi değil, gittiği saraylara onurlu bir konuk olarak yerleşen ve sanatını icra eden değerli biri olarak görülmeye başlamıştır. Troubadour, bağımlı değildir. Bağımlı olanlar, çalgıcı olarak anlamını karşılayabileceğimiz “jongleur3”ler ve Alman topraklarında inceleyeceğimiz “minnesänger”lerdir. Çeşitli kahramanlıklarla kendilerini kanıtlayan saz şairleri, patronları tarafından şövalye de ilan edildikçe daha yüksek mevkilere gelebilmekteydi. Troubadour mesleki bakımdan bir şairdi ve bu 1300’lü yıllara kadar devam etti. Yoksul bir şair veya bir kral, troubadour olabilirdi. Sicilya ve Aragon Kralları, İmparatorlar II ve III. Frederick, İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard karakterleri buna örnektir.

Troubadour’ların çoğu, çeşitli ülkeler gezmiş ve oralardaki eğitimli üst sınıflarlarla ilişki içerisinde olmuş, genelde manastırlarda konaklamış, keşişlerle şiirlerinde kullandıkları sözlü edebiyat ve efsanelerle ilgili diyaloglar geliştirmişlerdir. Dolayısıyla bu insanlar, oldukça entelektüel, müzik ve savaş sanatları konusunda donanımlı kimselerdi. Pek çoğunun ismi de Haçlı Seferleri sırasında iyi savaşçılar olarak duyulmuştu. Troubadour geleneğinin ilk karakterlerinden biri olan Guillaume de Poitiers (1071–1127), bir troubadour’un sosyal statüsünü anlamak için incelenebilir. Guillaume aslında güçlü bir derebeyidir, bir troubadour olarak Filistin’deki savaşlara gitmiş, döndükten sonra kilisenin kurallarını çiğneyerek kocasını terk etmiş bir kadınla evlenmiştir. Poitiers Papazı onunla konuşmak için şatosuna geldiğinde Guillaume ona son duasını etmesini emreder. Papaz duasını bitirir fakat Guillame, onu öldürüp cennete yollayacak kadar çok sevmediğini söyleyerek papazı sürgüne gönderir. Bu ve benzeri durumlar göstermektedir ki, kilise karşısında dahi güçlü bir statü söz konusudur. Zaten troubadour’ların en önemli özelliklerinden biri dinsel ve dindışı müzik-şiir geleneklerini birleştirmiş olmalarıydı; bir manastırda da, bir tavernada da saygıyla karşılanırlardı. Pek çok din adamı da, bu geleneğe dâhil olmuştur.

Courtly Love

Troubadour’lar, Haçlı Seferleri sonrasında vatanlarına ve şarkılarını adadıkları sevgililerine dönen sadık âşık karakterleri olarak da önemlidirler. Bu şairlerin hayatları, birey olarak, o zamana kadar görülmemiş aşk maceraları ile doludur. Ortaçağ’da bu pek sık rastlanılan durum değildir. Troubadour konum olarak bir “knight errant” (macera peşinde koşan şövalye) veya bir lordun maiyetinde olabilirdi. Her birinin “lady love”ı (sevgili) vardı, fakat bu çoğunlukla gerçek anlamda bir sevgili olarak değil, uzaktaki “hayali bir sevgili” olarak vurgulanırdı. Bu o zamanlar için önemli bir kavramın “l’amour courtois” ya da daha popüler bir tabirle “courtly love” dâhilinde bir davranıştı. Kendini acının kucağına atmak, ulaşamayacağı sevgiliye adamak, bir şövalyeye yakışacak üstün bir erdem olarak görülüyordu.

Jongleur’ler ve Diğerleri

Kayıtları saklanmış 400 civarında troubadour bulunmaktadır. Bunlardan bazıları kendi bestelerini seslendirmiş bazıları şarkı söyleyemedikleri için “jongleur”leri4 himaye etmişlerdir. Jongleur’lerin şövalyelikle veya edebiyatla bir alakaları yoktu. Daha çok, sürekli seyahat halindeki sirk mensupları gibiydiler ve genelde mesleklerinin bir kolu da “şarlatan hekimlik” idi. İngilterede “gleemen”, Kuzey Fransa’da “menestrel”, ve Almanya’da da “varende lüte” olarak anıldılar. Jongleur, bir çingeneyle eşit statüde görülüyordu. Onları koruyan hiçbir yasa yoktu. Bir jongleur, troubadour’u terk ettiği anda hem koruyucusunu, hem de bir vatandaş, hatta insan olarak haklarını da kaybediyordu. Jongleur’lük ve troubadour’luk nadiren aynı kişinin mesleği olabiliyordu ve çok azı şair idi. Fransız tarihçi André Duchesne (1584–1640), bu insanları dört bölümde inceliyordu. Troubadour’lar stanza’ları (şiir) yazıyor, jongleur’ler şarkı söylüyor, diseur’ler (güzel konuşan kişi) hikâye anlatıyor ve joueur’ler (çalgıcı) enstrüman çalıyordu. Ayrıca kayıtlarda geçen 14 kadın troubadour da bu gruplardaki insanlara daha yakın tutuluyorlardı. Zira çoğu, şairden ziyade, çalgıcı ve şarkıcı olarak tanımlanıyorlardı.

Kalelerdeki Yaşam ve Müzik

Bir troubadour seyahati sonucunda bir kaleye vardığında üzerinde şövalye zırhı, çalgısı ve herhangi bir olaya hazırlıklı olmak üzere bir mızrak olurdu. Bundan sonra troubadour’un zırhını çıkarmasına yardım edilir, özenle giydirilir ve ihtiyaçları giderilirdi. Ziyareti sırasında bir turnuva varsa, troubadour da buna katılır ve maharetlerini gösterirdi. Arenada bir şövalye

ile bir troubadour arasındaki tek fark, troubadour’un kendine tezahürat yapan ve onun şarkılarını söyleyen jongleur’leri olmasıydı.

Troubadour mesleki bakımdan bir şair olarak görülmesine karşın sağlam bir müzik bilgisine de sahip olmalıydı. Genelde şarkılarını kendileri söylemezler, söz ve müzik uyumu konusunda her şeyi düzenler ve jongleur’lerine öğretirlerdi. Müziklerinde kilise müziğindeki uzun süreli sesler yerine kısa notaları, çarpmaları, arpejleri tercih ederlerdi. Gregoryen dizilerini kullanırlar, çeşitli enstrümanları koro halinde söylenen eserlere katarlar, vokal soloları eklerlerdi. Bazen tüm jongleur’ler unison biçimde söyler, bir tanesi de tek başına onlara karşıt bir “discant” (tiz eşlik partisi) ya da armonik eşlik yapardı. Bu topluluklarda genelde kullanılan çalgılar, lavta, viyol ailesine mensup çalgılar, arp, tabor (darbuka) veya küçük davul, sackbut (trombon), organistrum (bir tür “hurdy gurdy”), flageolet (flüt) ve bagpipe (tulum) idi. Troubadour geleneğinin iki yüzyıl sonrasında, bu enstrümanların çoğunu, Hieronymus Bosch’un (1450–1516) “Dünyevi Zevkler Bahçesi” üçlemesinin “Müzisyenler Cehennemi” kısmında görmek mümkündür; her biri bir işkence aleti olarak resmedilmiştir. Buradan yola çıkarak, Rönesans başlarındaki karşı reformun troubadour müzik geleneğine bakışı hakkında da önemli ipuçları elde edebiliriz.

Troubadour’lar önceleri, kilise müziğinde olduğu gibi, 4’lü ve 5’li aralıkları yoğun olarak kullanıyorlardı. Fakat dini müzikte 1500’lü yıllara kadar kullanılmayacak olan discant’ı ve dominant akorları o zamandan kullanmaya başlamışlardı. Hatta bu akorlara dominant 9’luları da eklemişler, daha önce disonans sayılan küçük üçlü aralığı da konsonans hale getirmişlerdi.

Troubadour şarkıları konularına göre şöyle sıralanabilir: “Sirventes”: Sirven (paralı asker) ağzından yazılan şarkılardı (başka bir kaynağa göre lady’ler için övgüler ve onu lady’den ayrı koyanları azarlayan sözleri olurdu). “Pastorela”: Şövalyenin çoban kıza aşkını anlatan şarkılar. “Alba”: Ayrılık şarkıları. “Canzo” ya da “Chanson”: Asıl troubadour aşk şarkısı, ideal ve mükemmel sevgiliye yazılmış şarkıları bu adla anılırdı. “Planctus”: Ağıt. “Trobar Clus”: Şifreli şiir. “Escondig”: Sevgiliden özür dileme şarkısı. “Tenso”: Turnuva şarkısı. “Jeu-parti”: Troubadour’lar arasındaki atışma.

Bu şarkılar formlarına göre şöyle sıralanabilir: “Balada”: Tekrarlı, nakaratlı ezgi (ABAB veya ABCB); “Rondo”: Dans formu (ABA,ABACA,ABACADA); “Estampie”: Dans ve müzik formu (AABBCCDD..vs).

Langue d’oc Dışındaki Gezgin Şarkıcılar

Gezgin şarkıcılar değişik topraklarda ayrı ayrı isimler altında var oldular, Oksitanya’daki troubadour’lar, Kuzey Fransa’da “trouvère”, Almanya’da “minnesänger” olarak anılmaktaydı. Trouvère geleneğinde Champagne bölgesi önemlidir. Trouvère’lerin şarkıları ve gelenekleri Fransız Ars Nova’sını beslemiştir. 14. yüzyılda Champagne bölgesi en son trouvère’leri Guillaume de Machaut’yu (1300–1377) ve hatta gelenek kaybolduktan sonraki izlerini sürecek olan Philippe de Vitry’i (1291–1361) yetiştirmiştir. 14i yüzyıl Fransa’sında trouvère’lerle ilişkilendirmeden polifonik şarkıları örneklendirmek mümkün değildir. 15. yüzyıldaki Guillaume Dufay (1397–1474), Gilles Binchois (1400–1460) gibi pek çok önemli müzisyen de bu topraklardan gelmiştir.

Trouvère’lerde de troubadour’larda olduğu gibi şövalyelik, savaşçılık önemli bir öğedir. Fakat aradaki bir fark önemlidir: Kiliseye ve Papalığa daha yakın konumda olan Kuzey Fransa, Katolik inancını sonuna kadar savunup Haçlı Seferlerine büyük destek verse de, troubadour’ların vatanı Oksitanya bu durumdan daha sonradan uzaklaşmıştır. Çünkü Katolik inancına pek de sıcak bakılmayan bu toprakların troubadour’ları da doğal olarak kahramanlık şarkılarından çok aşk şarkıları söylemeyi tercih etmişlerdir. Aslında bu aynı topraklarda gelişen Katharizm5 inancıyla da yakından bağlantılıdır.

Alman “Minnesänger”lerin kökeni Kuzey Fransa’daki trouvère’lere dayanır. Minne-sang kelimesi yine “courtly love”daki gibi “minne” (aşk) kökünden gelse de; sadece kadınlar için değil, dinsel ve epik hikâyeler anlatırlar ayrıca eski pagan tanrılar Asgard’a, Wotan’a, Valkrye’lere ve pek çok mitolojik öğeye de değinirlerdi. Minnesänger geleneği troubadour’lardan kısa bir süre sonra sonlanmıştı.

Minnesänger’lerin ilk dönemlerinde özellikle Kuzey Fransa etkisi hâkim olduğu için bazı şarkıların müzikleri aynen alınıyor, metinler değiştirilerek kullanılıyordu. Bunlara “contrafactums” deniliyordu. 1200’lü yıllar civarında bu etki azalmış ve minnesänger geleneğinin klasik dönemine girilmiştir. Bu döneme özgü “wächter lied” (nöbet şarkısı), ballad formundadır. Alman stili kompozisyonlarda, İslami kültürlerin ve hatta Hint kültürünün etkileri görülebilmekteydi. Çünkü Haçlı Seferlerinden dönerken Avrupa’ya bu öğelerin taşınması gayet doğaldı. O dönemlerde bir hayli güçlü olan kilise, müziğin bu yöndeki gelişimiyle ilgilenmiş ve dokümanlarını saklamıştır.

1230’lardan sonra minnesänger geleneği daha yaygın hale gelmiş ve halkın değişik tabakalarında yer bulmuştu. Klasik minnesänger edebiyatının mizahi bir versiyonu gelişmiş,

15. yüzyıl civarında başka bir sosyal sınıfın, tüccarların devam ettirdiği bir şekle bürünerek “Meistersinger”liğe (Usta Şarkıcılığa) dönüşmüştü.

Geleneğin Sonu

Troubadour geleneği Fransa’da 1300 yılları civarında sonlandı. Bu durumun aslında en önemli nedeni engizisyon’du. Zira engizisyon 13. yüzyıl başlarında, topladığı büyük bir orduyu bir çeşit Haçlı Seferi gibi, troubadourlar’ın yurdu Oksitanya’ya, Kathar’ları yok etmek üzere gönderdi. Kathar hoşgörüsünün kök saldığı topraklar üzerinde gelişen troubadour geleneği, Oksitanya kentlerinin birer birer yağmalanıp, Kathar kalelerinin tek tek düşüp, tüm Katharların yakılmasıyla son buldu. Bu olaylardan sonra soylu sınıfı büyük ölçüde bu konulardan elini çekti ve artık yanlarında çalışanları besleyemeyen diğer troubadour’lar da gelenekten koptular. Müzik de, büyük ölçüde kilise egemenliği altında yoluna devam etti.

Minnesänger ve meistersinger geleneği 19. ve 20. yüzyılda etkisini müzik eserleri üzerinde sürdürdü. Richard Wagner’in minnesänger’leri ana karakterler olarak seçtiği Tannhäuser ve Richard Strauss’un Guntram operaları, yine Wagner’in meistersinger’leri konu aldığı Die Meistersinger von Nürnberg (Nürnbergli Usta Şarkıcılar) operası bu etkiye örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca Almanya’da çeşitli folk ve rock grupları bu gelenekten beslenmektedirler.

Kaynakça

Page, Christopher, “Listening to the Trouvères”, Early Music, Vol. 25, No. 4, 25th Anniversary Issue, Listening Practice, November 1997.

Tabor, C. J., “The Troubadours” Folklore, Vol. 40, No. 4, pp. 345–368, December 31, 1929.

Frenzel, Peter “Minne-Sang: The Conjunction of Singing and Loving in German Courtly Song” The German Quarterly, Vol. 55, No. 3, pp. 336–348, May, 1982.

Aubrey, Elizabeth “The Dialectic between Occitania and France in the Thirteenth Century” Early Music History, Vol. 16, pp. 1–53, 199

Önemli Troubadour, Trouvère ve Minnesänger’ler

Bernart de Ventadorn (1130–1195): Eserleri Kuzey Fransa’da ve Almanya’da çokça kullanılmıştır. Tolouse Kontuna hizmet etmiş, İngiltere’ye de gitmiştir. Manastıra çekişmiş ve orda ölmüştür.

Raimbaut de Vaqueiras (1155–1207): Fransa’da doğmuş ama hayatının büyük kısmını İtalya’da geçirmiştir. Konstantinopolis’in Haçlılar tarafından istilası sırasında orda bulunmuştur. Çok sayıda dil öğrenmiş ve bu dilleri eserlerinde de kullanmıştır.

Raimbaut de Orange (1147–1173): Orange ve Aumelas Lordu. “Trobar clus”un öncülerindendi.

Kral II. Alfonso (1152–1196): Aragon Kralı. I. Richard’ın yakın arkadaşı olarak bilinirdi.

Bertran de Born (1140–1215): En tanınmış Oksitanya troubadour’larından biriydi. Dante’nin Inferno’sunda, cehennemin derinliklerinde kesik kafası elinde dolaşırken resmedilmiştir.

Chrétien de Troyes: 12 yy.ın ikinci yarısında yaşamış olan, bilinen en eski trouvère. Daha çok Kelt ve Germen kökenli efsaneler üzerine eserleri vardır.

I. Richard (1157–1199) : İngiltere Kralı. Coeur de Lion olarak da bilinen “Aslan Yürekli Richard”. Bir söylentiye göre menestreli olan Blondel de Nesle tarafında hapsedildiği yerde bulunmuştur.

Blondel de Nesle (Jean I of Nesle): Aslında bu ismi taşıyan trouvère’in gerçekte kim olduğu bilinmemektedir. 1155–1202 yılları arasında yaşayıp I Richard’ın menestrel’i olduğu rivayet edilen Blondel ya da onun 1241 de ölen oğlu olabileceği söylenmektedir. Baba Blondel, Üçüncü Haçlı Seferi’ne katılmış, oğlu ise Dördüncü Haçlı seferine ve Katharlar’a karşı yapılan Haçlı Seferine katılmıştır.

Le Châtelain de Coucy: Troubadour geleneğinden çok etkilenmiş ve bazı şarkıların imitasyonlarını da yapmıştır.

Adam de la Halle (1237–1288): İyi öğrenim görmüştür. İlk dindışı tiyatro eserini olan ve “Robin Hood” efsanesinin kaynağı olduğu sanılan “Jeu de Robin et Marion”u hazırlamasıyla bilinir.

Walther von der Vogelweide (1170–1230): Minnesang geleneğinin en önemli temsilcilerindendir. Pek çok eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Soylu bir aileden gelmiştir. Wagner’in Tannhäuser’indeki karakterlerden biridir.

Oswald von Wolkenstein (1377–1445) Minnesang şiir geleneğinin son temsilcilerindendir. Aynı zamanda besteci yönü çok öne çıkmıştır, Minnesang’dan Rönesans müziğine geçiş dönemi için önemli bir karakterdir. Ayrıca Politika ile ilgilenmiş, diplomatlık yapmıştır.

Heinrich von Morungen (?-1220) İlk Minnesänger’lerdendir. Fakat Minnesang geleneğinin aksine, kuzeyden değil, Güney Fransa’dan, Langue d’oc Troubadour’larından etkilenmiştir.

Gottfried von Straßburg (?-1210) Ünlü eser Tristan’ın yazarıdır. Fakat bunun yanında günümüze kalan eserleri çok azdır.

1. Oksitanya: Güney Fransa’nın tamamı, İtalya’nın ve İspanya’da Katalonya’nın bir kısmını kapsayan tarihi bölge. Tarihsel olarak Oksitan dilinin konuşulduğu bölgeleri tarif etmek için kullanılmaktadır.

2. Burada sözü geçen troubadour Bertran de Born’dur.

3. Latince “ioculare” (şaka yapmak) kelimesinden türediği sanılmaktadır.

4. Oksitanya’da “jonglar” olarak kullanılıyordu.

5. Katharizm: 12. yüzyılda Oksitanya’da ortaya çıkmış ve 13. yüzyıl ortalarına kadar varlığını korumuş bir Hıristiyan mezhebi. Kathar inancına göre dünya üzerinde hâkimiyeti olan güç şeytandır ve her insan önce şeytanın etkisinde yaşar, sonra nefsini terbiye edip şeytanın etkisinden kurtulunca “kusursuz” denilen bir mertebeye erişirdi. Katharizm düalizme dayalı bir inançtır, iyinin ve kötünün dengesine dayanır. Katharlar kilisenin baskısı altında yaşadılar. Bütün kaleleri kuşatılarak Engizisyon tarafından din adına katledildiler. Son Kathar kalesi olan Montsegur, 1244 yılında düşmüş ve kaledeki Kathar mezhebine mensup insanlar ve kaleyi gönüllü olarak savunan askerler, Engizisyon tarafından yakılmışlardır.